DEVE DE BİZİM, DİYAR DA BİZİM
Bir üniversite hocamız, İzmir’de İktisat okurken bize “ekonominin en basit tarifini arz ve talep olarak öğretmişti”. Yıllardır bu şehirde ticaret yapan biri olarak ekonominin, üretim ve tüketim ilişkisinin nedenli dayanılmaz cazibesi olduğunu savunurum.
Aslında dünyanın ilk dönemlerinden itibaren üretim ve tüketim kavramları hep iç içe olmuştur. Modern dünyaya 19. yüzyıldan itibaren şekil vermeye başlayan kapitalizm de bu ilişkiyi, akıl almaz bir biçimde karmakarışık hale getirmiştir.
Aynı kapitalizm diğer yandan üretimi, serbest fiyat ve yüksek kar ile kamçılayarak ticaretin olmazsa olmaz itici gücü haline getirdi. O kadar ki, petrol ihraç eden ülkeler bile vatandaşlarının taleplerini petrol üretimleri ile ancak karşılayabiliyorlar. Onlar bile az üretmenin ve çok tüketmenin dengesizliğini gırtlaklarına kadar hissediyorlar.
Kapitalizm öncesinde toplumlarda üretim çeşitliliği vardı. Her üreten nispeten kendi çapında ürettiğinin karşılığını alabiliyordu. Oysa kapitalizmde, üretimin pazarı, kalitesi ve dünya egemenlerinin izni çok önemlidir. Hal böyle olunca dünya sahnesinde önde olan ülkeler emperyalist bir tutum içerisine girerek ve zayıf ülkelerin doğal kaynaklarına çöreklenerek, güya onlara uygarlık, demokrasi ve müreffeh bir hayat vaat ettiler.
Hatta, hedeflerindeki zayıf ülkelerin istedikleri hayat standartlarına ulaşmaları için kredi satıp, tüketim ekonomisini teşvik ederek sömürdüler bile. Kendileri ise semirilmeye devam ettiler. Görünüşe bakılırsa da, bu düzeni değiştirmeye hiç mi hiç niyetleri de yok. Emperyal sistemlerini koruma adına her türlü pisliğe, desiseye, siyasi oyunlara ve hatta savaşlara da tevessül ediyorlar. Ukrayna savaşını dahi kendi içlerinde gizli bir hesaplaşma olarak mecburen çıkarıverdiler.
İşin acı tarafı ise, kendi savunmasını kuramayan ve güç birliktelikleri oluşturamayan diğer ülkeler ekonomik durumları iyi olsa bile bu emperyal yapının karşısında zaman içinde göçüp gidecekler.
Ülkemizin son yirmi yılına mührünü vuran AK PARTİ ve Başkanımız Erdoğan ise iktidara geldiği günden bugüne egemen dünya düzeni ile mücadele halinde.
Davos’ta Dünya beşten ve şürekasından büyüktür, dediği günden bugüne, artık kendi Siha’sını, İha’sını, savaş gemisini, denizaltısını, helikopterini, füzesini ve insansız muharebe araçlarını yapabilen bir ülke var dünyada. Öyle ki, Reisimiz bu ülkenin adını da “Türkiye” olarak BM’de tescil ettirdi bile.
Artık dünya sahnesinde; İstanbul Üniversitesinin mezuniyet töreninde okulunu ilk sırada kazanıp, birinci olarak mezun olan kızımızın konuşmasında, geçen hafta rahmetli olan Rasim ÖZDENÖREN üstadımızın çok anlamlı sözü ile tüm ülkeye verdiği mesajda belirttiği gibi artık Türkiye sevdalısı bizler “hem bu diyarda kalacağız, hem de bu deveyi güdeceğiz” diyen bir ülke var.
Artık, savunma sanayisi, sanayi üretimi, devlet geleneği ve tüm dünya mazlumlarına açtığı merhametli kucağı, nüfusu ve Mehmetçiği ile kimilerine çekinceler, kimilerine güven salan bir ülkemiz var. Bu dik ve akıllı duruş sayesinde her türlü siyasi ve stratejik birliktelikler tüm coğrafyamızda sil baştan düşünülmeye başladı bile. Şu günlerde ülkemizi ziyaret sırasına giren ülkeler bunun bir göstergesidir.
Türkiye’nin kimseye baş eğmeye niyeti yok. Ülkemiz her türlü iyi niyet içinde tüm ülkelere eşit mesafede durmaktadır. Din kardeşliği ve komşuluk hakkı isteyenler ise başımızın üstünde her zaman yer bulurlar. Yeter ki, üreten karşılığını alsın, emek yere düşmesin.
Benden söylemesi…
İsmail TANIŞMAN